23 Kasım 2017 Perşembe

Köpek ve mezheplere göre hükmü

Köpek ve mezheplere göre hükmü
  
1.) Hanefîlere göre köpek elbiseye sürtünürse, o elbiseyle namaz kılınır. köpeğe dokunmaktan dolayı abdest bozulmaz. Ayrıca köpeğin üzerinde necis bir şey yoksa değdiği elbise ile namaz kılınabilir.  
Yalnız, köpeğin ağız suyu veya salyası ve tersi necistir. Hanefîlerde esah olan, köpeğin bizatihi necis olmadığıdır, zira korunma ve avlanmada ondan yararlanılmaktadır. Domuz ise bizatihi necistir. Kur’an-ı Kerim’de, “...leş veya akıtılmış kan, yahut domuz eti ki bunlar pistir…”[En'âm suresi, 145] buyrulmuştur.
Yalnız, köpeğin ağız suyu veya salyası ve tersi necistir. Vücudunun diğer yerleri buna kıyas edilmez. Ağzını kaba sokarsa kab yedi defa yıkanır. Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki:
İçinizden birinin kabından köpek (ağzını sokup bir şey) içerse o kabı yedi kere yıkasın!” [Buhârî, Sahih,  Vudû’, 33; Müslim, Sahih, Tahâre, 89]
Başka bir rivayet de şöyledir:
Köpek dilini sokarak bir şey yiyip içtiği zaman, sizden herhangi birinizin kabının temizliği, birincisi toprak ile olmak üzere, o kabı yedi defa yıkamasıdır.” [Müslim, Sahih, Tahâre, 91]

2.)Mâlikîlere göre, ister beslenmesine izin verilen bekçi ve çoban köpeği olsun, isterse başka köpek, mutlak olarak temizdir. Sadece ağzını soktuğunda meşhur olan görüşe göre taabbüden (neden-niçin diye sorgulamadan, emredildiği için ibadet yani kulluk gereği olarak) yedi defa yıkanır. Ayağını veya hareket ettirmeden dilini soksa veya salyası düşse yıkamak gerekmez.
Divan şairimiz Nef’î merhumun, Mâlikîlere ait bu hükmü de açıklayan cinaslı şiiri meşhurdur. Der ki:
Bana Tahir efendi kelp demiş
İltifâtı bu sözde zahirdir
Mâlikî mezhebim zira 
İ’tikaadımca kelp tahirdir.

3.)Şâfiî ve Hanbelîlere göre köpek, domuz ve onlardan üreyenler, bunların artığı, teri necistir. Bunlarla kirlenen eşya biri toprakla olmak üzere yedi defa yıkanır. Önceki hadise binaen ağzının necaseti sabit olursa, geri kalan kısım da öncelikle öyledir. Zira ağzı fazla soluduğu için en temiz yeridir. [Bkz. Cezerî, Mezâhib-i Erbaa; Vehbe Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletihî]
Denilebilir ki, köpeği necis gören Şâfiî âlimlerine göre, domuzun etini yasaklayan Allah Teala, köpeği de necis sayar. Bunların bizce bilinmeyen bazı hikmetleri olabilir. Bu durum bir imtihan mevzuu olabilir. Yahudilere cumartesi günü balık avlama yasağını koyan Allah Teala, köpekle de bizi imtihan edebilir. Bununla beraber, Şâfiî mezhebinde av köpeği, çoban köpeği beslenebilirAncak köpeğin, hiçbir faydası olmayacak şekilde, sadece bir süs olarak kullanılması uygun değildir.

Bu durumda akla gelebilecek bazı soruların  cevapları
Şâfî mezhebine göre;
  • Köpeğin oturduğu yerler kuru ise ve köpek de kuru bir halde ise necis olmaz. “İki kuru arasında necis bahis mevzuu olmaz”manasına gelen bir fıkhî kaide vardır. Bu kaideyi yer, elbise ve benzeri şeylerin hepsi için kullanabiliriz.
  •  Kış mevsiminde necis de olsa çamurlu yollarda sakınılması mümkün olmayan şeyler hakkında ruhsat vardır, temiz sayılır. Ancak kişi kendisi yere düşerse, bu takdirde necis olur. [V.  Zuhaylî, a.g.e., 1, 174]
  • Buna göre eğer, köpeğin bastığı kar -başka yol olmadığı için ve bütün çabalarımıza rağmen- bize sıçradıysa, buna ruhsat nazarıyla bakılabilir. Yok eğer, köpeğin gittiği yoldan başka bir yerden gitme imkânı olduğu halde -herhangi bir korunma tedbiri almadan- köpeğin yakınından geçtiysek bu necis olur, ruhsatın dışında kalır.
-ISLAK  KÖPEK  MEVZUSU  
Hanefi mezhebine göre kurudan kuruya necaset sirayet etmediği gibi kurudan ıslağa da necaset sirayet etmez. Şu kadar varki ıslaktan kuruya necaset sirayet eder. Buna göre pis olan mahal kuru olacak olsa temas ettiği yer ıslak veya kuru olsun her halükarda necaset sirayeti olmayacaktır. Şafi mezhebine göre ise iki taraftan birinin ıslak olması durumunda necasetin sirayeti vardır. Buna göre suâlde ifade edilen köpeğin üzerinde necaset olacak olsa temas ettiği yer pis olacaktır. Zira necis olan mahal ıslaktır. Yani ıslaktan kuruya sirayet olmuştur. Şayet köpeğin üzerinde herhangi bir necaset yoksa temas ettiği yer pislenmez. (salyası değmemek kaydıyla) Zira hanefi mezhebine göre köpeğin tüyleri necis değildir. Hanefilerin bu hükmü köpeğin üzerinde kan, irin emsali şeylerin çıktığı yara olmaması durumundadır. Şayet böyle birşey olacak olsa bunların temas ettiği şeyde pis olacaktır.
Şafi mezhebine göre köpek domuz gibi necisu’l-ayındır. Kendisi veya temas ettiği yer, ıslak olması durumunda  temas ettiği yeri kirletir.,

-Hâsılı, Şâfiîlere göre köpek necis kabul edildiği için, köpeğin değdiği yerleri yıkamak gerekir. 

10 Ağustos 2017 Perşembe

Sohbete başlamadan önce okunacak dua

Sohbete başlamadan önce okunacak dua:

Eûzü billahissemî-ıl alimi mineşşeydanirracîm. Rabbî eûzü bike min hemezatişşeyatîn. Ve eûzü bike rabbi ey yahzurûn

Bismillahirrahmanirrahim kul eûzü birabbin nas…

İnnallâhe ve melâiketehu yusallûne alân nebiyyi, yâ eyyuhâllezîne âmenû sallû aleyhi ve sellimû teslîmâ (Ahzab Suresi56)

MEALEN:
Hiç şüphesiz, Allah ve melekleri peygambere salât etmektedirler Ey iman edenler, siz de ona salât edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin.

1.)Sallü alâ rasulina Muhammed (salavatı şerife okunur sessizce)

2.)Sallü alâ şefÎ-ı zünübina Muhammed (salavatı şerife okunur sessizce)

3.)Sallü alâ tabîbi kulûbina Muhammed (salavatı şerife okunur sessizce)

Ol menbeî bağı belağat, ol mahzeni fazlı saadet, ol andelîibi gülizârı fesahat Muhammed Mustafa ra salavat;

Allahümme salli alâ seyyidina muhammedin ve alâ âli seyyidina Muhammed.
Bismillahirrahmanirrahim elhamdülillahi rabbil âlemin (Fatiha sûresi) … âmin âmine ya müîn. 

Meali: 1- Rahmân ve rahîm olan Allah’ın adıyla.
2- Hamd (övme ve övülme), âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.
3- O, rahmândır ve rahîmdir.
4- Ceza gününün mâlikidir.
5- (Rabbimiz!) Ancak sana kulluk ederiz ve yalnız senden medet umarız.
6- Bize doğru yolu göster.
7- Kendilerine lütuf ve ikramda bulunduğun kimselerin yolunu; gazaba uğramışların ve sapmışların yolunu değil! Âmin.


Bismillahirrahmanirrahim …..(sohbete mevzu olan ayet-i kerime okunabilir) sadekallahül-azîm. Ve belleğana rasûlühül kerim ve nahnü alâ maa kâle Hâlikuna ve razikunâ ve mevlanâ mineşşakirineşşahidine bi kalbin selim..

15 Haziran 2017 Perşembe

SAKALI KESMEKTE HÜKÜMLER

SAKALDA  KESMEK

1- Sakal, Sünnet-i Hüdâ sınıfından değil, Sünnet-i Zevâiddendir. Yani ibâdete değil âdete taalluk eden; uyulması güzel, terki de mubah olan sünnetlerdendir. Maamafih bu meselede de farklı görüşler, değişik içithatlar vardır. Bizim bu husustaki uyduğumuz hüküm, “Müridin fıkhı mürşidinin amelidir (sözüdür)” fehvâsı gereğince budur. Ayrıca, “Sakal erkeğin zînetidir (süsüdür); kendisine yakıştığı gibi bırakır” umdesi mucebince de, sakaldaki ölçümüz böyledir. Bu hususta da gene değişik kıstas ve uygulamaların olduğu malum... Salıveren de var, orta ve kısa kesen de… Bunun için de kimsenin kimseyi tenkide tâbi tutması uygun bir tutum ve davranış olmaz. Her mü’min, Ehl-i Sünnet ulemasının görüşleri çerçevesinde amel etmekte serbesttir.
1. Sünnet-i Hüdâ
2. Sünnet-i Zâide (cem’isi/çoğulu: ‘zevâid’ gelir).
-Uyulması, uygulanması hidâyet, terk edilmesi de dalâlet olan sünnetler, ‘sünnet-i hüdâ’ kısmına girer. 
-Uyulması güzel, terki de mübah olan sünnetlere de, ‘sünnet-i zâide’ veya ‘sünen-i zevâid’ denir. 
-Mesela ezan, ve kamet gibi sünnetler; "sünnet-i hüdâ" olarak tavsif edilmiştir. Bunlar İslâm dininin şiârıdır, başka dinlerde yoktur.
-Sünneti zevaide örnek sakal bırakmak. 
2- Sakalı, sünnete uygun olarak bıraktıktan sonra kesmek caiz değildir. Çünkü bu şuna benzer; iki rek’at nâfile namaz kılmayanın bir vebâli yoktur. Fakat böyle bir nâfile namaza başladıktan sonra, kişinin, onu mâzeretsiz olarak bozması caiz olmaz. Sakalı bıraktıktan sonra kesmenin hükmü de böyledir. Hiç bırakmayan kimse bir sünneti terk etmiş, dolayısiyle onun faziletinden mahrum kalmış olur. Fakat bıraktıktan sonra mâzeretsiz olarak onu tıraş etmek, başta da belirttiğimiz üzere, İslâm âdâbına uygun bir davranış olmaz, caiz değildir.

Bu meseleyi Mehmed Emre hocaefendi merhum ‘Fetvalar’ında şöyle izah etmişlerdir:
“Sakal bırakmak sünnettir. Hiç sakal bırakmamış bir kimsenin tıraş olması bu sünneti ihmal olmaktadır. Bunun hükmü de kerahetle ifade edilir. Şayet sakalı bırakır da sonra keser ise, bu kerahet, katmerleşerek haram olur. Çünkü sünneti hor görme anlamı taşımaktadır. Yoksa mutlak manada sakalı tıraş haram olsa, bırakmasının da farz veya vacip olması gerekir. Hükme medâr olacak noktayı iyi tesbit etmek gerekir.”

Ustat Said Nursi (rh.)
«Bazı âlimler 'Sakalı tıraş etmek caiz değildir.' demişler. Muradları, 'Sakalı bıraktıktan sonra tıraş etmek haramdır.' demektir. Yoksa hiç bırakmayan, bir sünneti terk etmiş olur» (Emirdağ Lahikası-I, s. 48, 49)

TAM İLMİHAL SADETİ EBEDİYE
 Âdet olduğu için, herkese uymuş olmak için sakal kazımak mekrûh olur. Zâlimler arasında kalıp, alay edilmemek, eziyyet görmemek için veyâ harâm ve küfr işlememek, yâhud farzları yapabilmek için, nafaka kazanmak, gençlere emr-i ma’rûf ve nehy-i anilmünker yapabilmek için, dîn-i islâma hizmet edebilmek, mazlûmlara yardım edebilmek, fitne çıkmasını önlemek için, sakalı büsbütün traş etmek câiz ve lâzım olur. Bu sayılan şeyler, sünneti terk etmek için özr olur, fekat, bid’at işlemek için özr olmazlar. İBNİ ABİDİN'DEN  ALINTI
SAYFA 262







7 Mayıs 2017 Pazar

YÜZÜK TAKMAK, ÜZERİNDE NE YAZABİLİR VEYA YAZAMAZ



YÜZÜĞÜN HELALLİĞİ, HARAMLIĞI, SÜNNETLİĞİ, MÜBAHLIĞI 


  • Altından yapılan yüzükleri erkekler takamazlar. Takarlarsa haram işlemiş olurlar. Kadınlar ise takabılirler (el-Mevsılî, el-Ihtiyar fi Ta`lili`l-Muhtar, Mısır IV, 224: Merginânî, el-Hidaye, IV, 82; Ibn Abidîn, Reddü`lMuhtar, Ist. 1233, V, 216). Hz. Peygamber bir hadisinde; Ipek ve altın ümmetimin erkeklerine haram, kadınlarına helal edilmiştir" buyurmuştur. (Tirmizî, Libas, 1).

  • Takınılan gümüş yüzüğün ağırlığının 1 miskal’den (1,5 dirhem, 4 kırat), günümüz ölçüsüyle 4,618 gr.’dan yüksek olmaması lazımdır. [İbn Âbidîn, 5, 135]
  • Demir, bakır, kurşun ve tunç gibi madenlerden yapılan yüzükler hem erkeklere hem de kadınlara mekruhtur (el-Mevsılî, a.g.e., IV, 224). Akîk ve yeşim gibi kıymetli taşlardan yapılanlar ise kadın erkek herkes için caizdir. (Ibn Abidin, a.g.e.; V, 315).
  •  Erkek olsun kadın olsun, yüzüklerine yakut, akik, zümrüt, zeberced vb. kıymetli taşlardan birini koydurmalarında bir sakınca yoktur. Nitekim Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) mübarek parmağındaki yüzükte, Habeşistan’dan gelme bir taş bulunduğu el-Hâvî li’l-Fetâvâ’da [1, 116] kaydedilmektedir. Ancak, el-Fetâvâ’l-Hindiyye’de [5, 335] erkeklerin yüzüğüne birden fazla taş koydurulmasının mekruh olduğu ifade edilmiştir. 
  •  Muhaddis Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman b. el-Fadl b. Behram ed-Dârimî (rh. v. H. 255) hazretlerinin Sünen’inde, iki taneden fazla yüzük takınmanın mekruh olduğu ifade edilmiştir. Buradaki ifadeden, iki tane yüzük takınılmasının mubah, ama ikiden fazlasının ise mekruh olduğu anlaşılmaktadır. Bununla birlikte her iki yüzüğün de aynı parmağa takınılmamasına işaret olunmuştur.[el-Fetâvâ’l-Hindiyye, 5, 335]
  • Enes b. Mâlik ve Abdullah b. Ömer, bu mührün Peygamberimiz’e has olduğunu şöyle nakletmişlerdir: Resulüllah (s.a.s) gümüşten yüzük yaptırdı. Kaşına “Muhammed Resulüllah” yazısını nakşettirdi ve buyurdu ki: “Hiçbir kimse yüzüğüne aynısını nakşettirmesin. (Buharî, Libâs 54; Müslim, Libâs 54)
  • Yüzük kaşına kişinin isminin veya Allah'ın isminin nakşedilmesi caizdir. Biinsanın şekli veya bir kuş resmi yapmak caiz değildir.» Muhammed Resulullah» yazmak da caiz değildir. Yüzük bir miskalden daha ağır olmayacaktır.(Reddu'l-Muhtar İbni Abidin ^Şamil Yayınları^)

  • Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) gümüş yüzük takınmıştır. Bu sebeple yüzük takınmak caiz olmanın da ötesinde sünnettir. Nitekim vefat ettiğinde parmağında gümüş bir yüzük bulunmaktaydı. Üzerinde de, “Muhammedun Rasûlullah” yazılıydı. Daha sonra bu yüzük, sırasıyla Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman (r.anhum hazeratına intikal etmiş… Hz. Osman “Eriş” kuyusunun başında meşgulken, yüzük buraya düşmüş ve kaybolmuştur. Bütün aramalara rağmen de bulunamamıştır.[el-Fetâvâ’l-Hindiyye, 5, 335]



“Peygamber efendimiz  parmağında takılı bulunan ve üzerinde Allah  ve Muhammed yazılı olan yüzüğüyle uygun olmayan yere girmeden önce içeri doğru çevirir ve sağ eline takardı bu rivayet üzerine Kaşında Allah’ın ismi veya Peygamber’in adının yazılı olduğu bir yüzükle helaya giren kişi, yüzüğünü gizlemelidir. Eğer yüzük sol elinde ise taharetleneceğinde sağ eline alarak kaşı avucuna gelecek şekilde olmalı veya parmağından çıkarmalıdır.” (İbn Abidin, V, 317).
ÖRNEK YÜZÜK YAZILARI BÜYÜKLERİMİZİN YÜZÜKLERİ
http://enesklc.blogspot.com.tr/2017/05/peygamberimiz-ve-bazi-islam.html


  •  Son devir dersiâmlarından Tarîkat-ı Aliyye-i Nakşibendiyye-i Müceddidîn kolu silsilesinin son halkasını teşkil eden vâris-i Rasûl üstâzünâ Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) hazretlerinin yüzük mevzuundaki tavsiyeleri şöyledir:

“El parmaklarına yüzük takmak meselesi:
"Yüzük, sağ elin yüzük parmağına takılır. Orta parmağa ve küçük parmağa takılmaz. Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) hazretleri bir-iki defa küçük parmağa takmışlar ise de, bu ‘hasâis-ı nebî’dendir. Ve erkekler için altın isti’mâl etmek haramdır. Yüzük, sol elin hiçbir parmağına takılmaz; bilhassa hacı yüzükleri gibi yüzükler üzerinde Mekke ve Medine gibi mukaddes belde isimleri ve bazı yüzüklerde de Lafza-i Celâl gibi isimler bulunur. Taharette ise sol el kullanıldığından, böyle Lafza-i Celâl ve mukaddes beldeler bulunan yüzükler de, taharet mahallinde isti’mâl edilmiş olacağından pek büyük zararı tevlid eder. Zamanımızda böyle olduğu için yani sol elde kullanıldığından Bâsur hastalığı çok oluyor. Dikkat oluna!..
Taharette kâğıt (tuvalet kâğıtları dışındaki yazmaya ve baskıya müsait kâğıtlar) kullanılmaz. Çünkü Lafza-i Celâl ve Kur’an-ı Azîmü’ş-şân(bu nevi) kâğıtlar) üzerine yazılıyor (basılıyor). Kâğıdın ilk yapıldığı yer (Çin-Hindistan) olduğundan, Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.)hazretleri o tarafa doğru ayağını uzatıp yatmamışlar.” [Ahbab Hocaefendi merhum, Notlar, s. 30]
  


PEYGAMBERİMİZ VE BAZI İSLAM BÜYÜKLERİNİN YÜZÜKLERİ

  1. Peygamber efendimizin yüzüğünde, (Muhammedün Resulullah) yazılı idi. Muhammed aleyhisselam Allahü teâlânın peygamberi demektir.
  2. Hazret-i Ebu Bekirinkinde, (Ni’mel kâdir Allah) yazılı idi. Her şeye gücü yeten Allah ne güzel, ne büyük kudret sahibi demektir.
  3. Hazret-i Ömerinkinde, (Kefâ bil-mevt vaizan) yazılı idi. Vaiz olarak, nasihatçi olarak ölüm kâfi demektir. Ölümü günde yirmi kere hatırlayanın şehid olarak öleceği hadis-i şerifle bildirilmiştir.
  4. Hazret-i Osmanınkinde, (Le-nasbirenne) yazılı idi. Elbette sabredeceğiz demektir. Sözünde durdu ve sabrederek şehid oldu.
  5. Hazret-i Alininkinde, (El-mülkü lillah) yazılı idi. Mülk Allah’ın demektir.
  6. Hazret-i Hasanınkinde, (El-izzetü lillah) yazılı idi. İzzet, şan ve şeref Allahü teâlâya mahsus demektir.
  7. İbni Ömerinkinde, (Abedallah lillah) yazılı idi. Allah rızası için, Allah’a ibadet eden demektir.
  8. Hazret-i Muaviyeninkinde, (Rabbigfir-li) yazılı idi. Ya Rabbi beni mağfiret eyle demektir. Oğlununkinde ise, (Rabbünallah) yazılı idi. Rabbimiz Allah demektir.
  9. İmam-ı Ali Rızanınkinde, (Hasbiyallah) yazılı idi. Allahü teâlâ bana kâfi gelir demektir.
  10. Kadı İbni Ebi Leylâ’nınkinde, (Ed-dünya garurün) yazılı idi. Dünya aldatıcıdır, güvenilmez demektir.
  11. İmam-ı a’zam Ebu Hanifeninkinde, (Kul-il-hayr ve illâ fesküt) yazılı idi. Hayır konuş, hayır konuşmayacaksan sus demektir.
  12. İmam-ı Ebu Yusufunkinde, (Men amile bi-re’yihi nedime) yazılı idi. Danışmadan, kendi görüşü ile hareket eden pişman olur demektir.
  13. İmam-ı Muhammedinkinde, (Men sabere zafire) yazılı idi. Sabreden zafere kavuşur, sabreden muradına erer, arzusuna kavuşur demektir. 
  14. İmam-ı Şafiininkinde, (El-Bereketü fil kanâ’ati) yazılı idi. Bereket kanaattedir, kanaat eden, kurtuluşa erer, zenginleşir demektir. 
ALINTI:
https://yukarikayalar.wordpress.com/2013/11/18/buyuklerimiz-yuzuklerine-ne-yazdirirlardi-yuzuk-takmak-caizmidir/

28 Şubat 2017 Salı

Enflasyonun altındaki fazlalık faiz mi?

Enflasyonun altındaki fazlalık faiz mi?

Bu hususta Hanefî imamları arasında farklı görüşler vardır. 

*İmam-ı Âzam (rh.) şöyle der:
Alınan borcun sayı olarak aynı miktarı verilmelidir. Paranın değeri ister yükselsin, isterse düşsün, borçlu aldığı paranın mislini verir. Yüz lira borç aldıysa yüz lira ödeyecektir.”  [İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtar, 4, 174. Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi‘, 7, 394]
İmâmeyn yani İmam Muhammed ile İmam Ebu Yusuf (rahımehumallah) ise, “Borçlu, aldığı borcun mislini vermez; ödeme esnasındaki kıymetini, değerini verir.” demektedirler. Fetvânın da bu şekilde verildiği bildirilmektedir.

*İmam Ebu Yusuf’a (rh.) göre durum değişir. Mesela;
Bir kimse bir milyon liralık parayı, bir seneliğine faizle bir buçuk milyona verirse, bu muamele faizli olduğundan haramdır. Yalnız bir sene sonra daha önce verilen bir milyon para enflasyon sebebiyle ödeme anında bir buçuk milyona tekabül ederse, onu yani başlangıçta verdiği bir milyon mukabilinde bir buçuk milyonu alması caizdir. Çünkü bu para altın ve gümüş olmayıp değeri itibarî olduğu için, kendisine itibar edilen değere göre muamele görür. [Bkz. Halil Günenç, Günümüz Meselelerine Fetvalar, 1, 320-321]
Velhasıl, fukaha enflasyon altındaki farkın caiz olduğunu söylüyor. Mesela on altın yüz milyon lira karşılığı iken, bir arkadaşınıza yüz milyon lira borç verdiniz. Bir sene sonra yüz milyon liranız geri geldi, lakin değer kaybından dolayı yüz milyonunuz sadece sekiz altın alabiliyor. Siz iki altın farkını alsanız faiz olur mu? Sorusuna İmam-ı Azam (rh.), “Bilmiyorum” demiş. Bazı ulema ise "Caizdir" demiş. Çünkü zarara uğramak söz konusudur. Şimdiki uygulamalarda özellikle şu problem göze çarpıyor:
- Enflasyon miktarının belirlenmesi için yapılan hesaplamalar ne derece güvenilir? Var sayalım ki enflasyon hesabı doğru yapıldı. O takdirde problem yok. Ama görülen o ki, bu noktada da gene sabit değeri olan meta üzerinden hesapları yapmak, doğruya en yakın olan yoldur.

*Neticede zararsız yolları, zararlı yollara tercih etmemiz daha isabetli ve hesabının da daha kolay olduğu kanaatindeyiz. Bu durumda, size faizli bankalara alternatif olarak özel finans kurumlarını tavsiye ediyoruz.

Ebubekir Sifil - Enflasyon Oranından Düşük Faiz, Ödemek Caiz Mi?


1 Şubat 2017 Çarşamba

EŞLER UZUN SÜRE AYRI İSE NİKAH DÜŞER Mİ? KADIN NASIL BOŞANABİLİR?

NİKAH BAHSİ (KISA VE ÖZ)
*Karı-koca kaç ay, kaç yıl ayrı kalırlarsa kalsınlar, ayrı kalmaktan veya yatakta yatmamaktan ötürü nikâh akdi bozulmaz.(BİR HANIM KARDEŞİMİZ PERİSCOPE DA SORDUĞU SORUYA CEVAP OLARAK )
Bunu böyle tesbit ettikten sonra gelelim meselenin açıklamasına ve o kadının nasıl boşanabileceğine...
Bildiğiniz üzere evliliğin sona ermesi ya talak ile olur, ya da fesih ile. Bunlar da şu yollarla gerçekleşir:
1- Erkeğin hanımını boşaması ile...
2- Erkeğin boşama hakkını kadına vermesinden sonra, kadının kocasını boşaması ile...
3- Liân sebebiyle. Yani, birbirinden şüphelenen karı koca bir birlerine zina isnadında bulunurlarsa, karşılıklı yeminleşirler ve lanet okuyarak ayrılırlar.
4- Hanımı Müslüman olan kocanın İslâm ’ı reddetmesi ile nikâh sona erer.
5- Karı-kocadan birinin dinden çıkmasıyla...
6- Erkek veya kız çocuğu velileri tarafından bülüğa ermeden nikâhlanırsa, büluğa erdiğinde nikâhını devam ettirme veya yok sayma hakları vardır.
7- Karı-kocanın birbirlerine denk (kefâet) olmamalarından ya da ailedeki huzursuzluktan dolayı mahkeme kararı ile ayrılmasıyla.
8- Kadında veya erkekte bulunan bir cinsî ârıza veya başka kusurlardan dolayı gene mahkeme kararı ile ayrılma... [Bkz. Vehbe Zuhaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletuhu (Terc.), 9, 259-500]
İslâm’da boşama hakkı yalnızca erkeğe tanınmış da kadın bu haktan tamamen mahrum edilmiş değildir. Kadın da evlenirken boşama hakkını (tefvîz-ı talak) üzerine almışsa erkek gibi o da boşayabilir.
Ayrıca kadın meşrû mâzeretleri varsa, mahkemeye de başvurup kendisini ayırmasını hâkimden isteyebilir de... İslâm’da bu yol da kapalı tutulmamıştır. Şartları oluşunca bunların hepsini de hanımın uygulamaya koyması mümkündür. Yani kadına bu hakları İslâm  getirmiştir.
Hz. Ömer RA.'nın döneminden bir olay
Kadının biri, bir gün Halife Ömer (ra)'a gelerek dedi ki:
- Ey müminlerin emiri sana insanların en iyisini şikayete geldim. Öyle birisi ki, amelde onu geçen veya onun kadar amel eden kimse pek azdır. Geceleri sabaha kadar namaz kılar, gündüzleri de hep oruçla geçirir…
Bu sözlerden sonra utancından asıl demek istediğini diyemedi ve "Ey müminlerin emiri, beni bağışla." diyerek çekildi.
Hz. Ömer (ra):
- İyi iyi, Allah senden razı olsun. Sen adamını çok güzel halleriyle övdün; artık onun hakkında fazla bir şey söylemen de gerekmez, dedi.
Kadın çıkıp gittikten sonra, orada hazır bulunan sahabi Kaab b. Sûr (ra) dedi ki:
- Ey müminlerin emiri, kadın utanıp asıl şikayetini sana söyleyemedi.
- Kadının ne şikayeti varmış ki?
- Kadın kocasından, kocalık vazifelerini yerine getirmiyor, diye şikayette bulunuyor, fakat bunu açıkça söyleyemiyor.
Hz. Ömer (ra) kadını geri çağırdı. Kocasına da haber gönderip yanına getirtti. Sonra Kaab b. Sûr'a:
- Bunlar arasında sen hakemlik et, diye teklif etti. Kaab:
- Sen buradayken ben nasıl hakemlik yapabilirim, dedi. Hz. Ömer (ra):
- Benim anlayamadığım inceliği sen anladın. Bunun için onları dinleyip aralarında gereken hükmü vermek de senin hakkındır, dedi.
Bunun üzerine Kaab o adama dedi ki:
Allah Tealâ erkeklere hitaben: “Sizin için helal ve hoş olan kadınlardan ikişer, üçer ve dörder olarak nikahlayın.” (Nisâ, 4/3) diye buyurduğuna göre, en çok üç gün peşi peşine oruç tutabilirsin; dördüncü günü tutmaman gerekir. En çok da üç gece sabaha kadar ibadet edebilirsin; dördüncü gece eşinle beraber olmalısın.
Hz. Ömer (ra) Kaab'ın bu ince anlayışını beğendi ve:
- Senin bu buluşun öteki buluşundan da güzelmiş, dedi. Bu isabetli hükmü çok beğenen halife onu Basra kadısı yaptı.

AYRICA NİKAH TAZELEMEK 
Nikah tazelemek demek, zaten yeniden nikâh yapmak demektir. Bunun için kişi, hanımdan vekâlet aldıktan sonra, iki erkek veya bir erkekle iki kadın şahit yanında, ‘Öteden beri, nikâhlım olan hanımımı, onun tarafından vekâleten, tarafımdan asâleten kendime nikah ettim’ der ve nikâh tazelenmiş olur.
Camilerde özellikle Cuma akşamları yapılan meşhur tecdîd-i iman ve tecdîd-i nikâh usulü de bu hükme dayanmaktadır. Nitekim imam efendi,tecdîd-i iman ve tecdîd-i nikâh duasını-metnini cemaatle birlikte okuyor, cemaat de birbirlerine şahit olmuş, nikâhları da tazelenmiş oluyor.
Tecdid-i iman ve tecdid-i nikâh duası kısaca şöyledir:
Allâhümme innî ürîdü en üceddide’l-îmâne vennikâhe tecdîden bi-kavli lâ ilâhe illallah Muhammedün rasûlullah.”
Şahitlerin nikahı tazelenecek kadını tanımaları şarttır. Tanımaktan kasıt, kimin kızı ve hangi kızı olduğunu bilmek demektir. Veya ‘filan kadın bu adamın hanımıdır’ diye bilmektir. Yoksa şahsını, şeklini bilmek değildir. Bu hususta dede, baba, kardeş, amca, dayı, yeğen, anne, hala, teyze de şahit olabilir.

KÜRTAJ; CİNAYET Mİ HAK MI

Kürtaj:
A. Tanım:
Dindeki hükmü bakımından kürtaj, ananın veya bir başkasının maddî veya manevî müdahalesi ile cenînin rahimde veya dışarı çıkarılarak öldürülmesidir.
Cenîn, hâmileliğin ilk gününden itibaren hâmile kadının rahmindeki çocuktur.
Özellikle cerrahi tıbbın gelişmesinden önce ilkel yöntemlerle yapılan cenîn katli günümüzde, ameliyat ortamında ve -genellikle- doktorlar tarafından yapılmaktadır.
HANEFİ MEZHEBİ
1.)Henüz dört aylık veya kırk günlük olmayan gebeliğe son verilebileceği görüşünde olan bazı fakihler/âlimler olsa da, gebelik oluştuktan sonra anne için hayatî bir tehlike söz konusu değilse… 
Birinci görüş bunun câiz olduğudur.120 günden önce henüz çocuk olarak bir şeyin yaratılmadığını, mevcûdun insan olmadığını, kan, et gibi bir şey olduğunu, organlarının belirmediğini ileri sürmüşlerdir (İbn Âbidin, III, 176; İbn el-Hümâm, II, 495). 
 En'âm sûresinde (6/98) Allah Teâlâ'nın bütün insanları tek bir nefisten yarattığı, bu nefsin oluş aşamalarında ana rahminin de bulunduğu (nefsin bir müddet ana rahminde kaldığı) ifade edilmiştir. Sûrenin 151. âyetinde ise hem çocukların (evlâd) hem de nefsin öldürülmesi şiddetle yasaklanmıştır. Cenîn, "nefis" kavramına kesin, çocuk (veled-evlâd) kavramına ise ihtimâlli olarak dahildir.
Mümtehine sûresinde (60/12) Hz. Peygamber'e (s.a.v.), kadınlardan bazı suçlar, günahlar ve cinayetler konusunda -bunları yapmamak üzere- söz alması, yemin ettirmesi istenmektedir; bu günahlar ve cinayetler arasında "çocuklarını öldürmek" de vardır. Bu âyetteki çocuklara "cenîn" de dahildir.
" Her birinizin yaratılması anasının karnında kırk günde toparlanır, sonra orada, aynı süre kadar alâka (katılaşmış kan veya asılan nesne) olur, sonra aynı süre kadar muzğa (bir çiğnemlik et) olur. Sonra melek gönderilir, ona rûhu üfler ve kendisine dört sözlük emir verilir: Rızkı, eceli, ameli (yapıp edeceekleri) ve ebedî hayattaki durumu; cenhnetlik mi, cehennemlik mi olacağı yazdırılır..." (Buhârî, Bed'u'l-halk, 6; Müslim, Kader, 1-5). 
2.)İkinci görüş câiz olmadığıdır. Bu görüşü savunan Hanefî fıkıhçılara göre -önemli bir mazeret ve sebep bulunmadıkça- cenînin, 120 günden(4 ay) önce de imhâ edilmesi ve düşürülmesi câiz değildir.Burada da cenîn öldürüldüğü veya düşürüldüğünde günah sözkonusu olur, ancak bunu yapanın günahı ve suçu, doğup yaşayan bir kimseyi öldüren katilin günahı kadar değildir (el-Fetâvâ el-Hâniyye, III, 410) Veya
Dört aydan sonraki müdahale ise cinayet sayılmıştır. İsterse annenin hayatını kurtarmak gibi bir durum söz konusu olsun; zira bir hayatı kurtarmak için, başka bir hayata kıymak caiz değildir. Dikkat edilmeli, herhangi bir yanlışlığa düşmemeye çaba göstermelidir.[Bkz. Bilmen, Ö.N., Hukuk-ı İslamiye ve Istılahat-ı Fıkhiye Kamusu, 3, 156]
HANEFİ MEZHEBİNE UYUYORSANIZ  Ceninin veya nutfenin ilaç ya da diğer yöntemlerle düşürülmesi cumhurca yani âlimlerin çoğunluğunca caiz görülmemiştir. Dinen kabul edilebilecek hakiki bir özür sebebiyle olduğunda caiz görülmekte ise de, gerçek bir zaruret olmadıkça buna da müsaade yoktur.

ŞAFİİ MEZHEBİ
Bu mezhebe bağlı bulunan bazı fıkıhçılar, kırk günü tamamlanmamış bulunan cenînin düşürülmesinin -Hanefîlerinkine benzer gerekçelerle- câiz olduğunu söylerken, Gazzâlî gibi fıkıhçılar bunun haram olduğunu ifade etmişlerdir ve bu görüşün mûteber olduğu kaydedilmiştir (Şebrâmellesî, VI, 179).
“Genel olarak İslâm ilimlerinde ve özel olarak da fıkıh ilminde uzman olan İmamı Gazâlî, İhyâu-ulûmi’d-din isimli eserinde azil (hamileliği engellemek için dışarı boşalma) konusunu işlerken cenînin imhâsı konusuna da temas etmiş ve şu önemli açıklamayı yapmıştır: “Azil, cenini öldürmeye (kürtaj) veya doğmuş kız çocuğunu toprağa gömerek katletmeye benzemez; çünkü -azilden farklı olarak- bu ikisi, olacağı değil, olmuşu  imha etmektir. Bu olmuşun (ceninin) çeşitli aşamaları vardır. Varlığının ilk aşaması, erkek menisinin (spermin) rahme girerek kadının suyu ile karışması ve hayat için müsait hale gelmesidir. Bunu bozmak ve imha etmek cinayettir. Sonra katılaşıp et parçası haline gelirse bunu imha etme cinayeti daha büyük olur. Ruh üflenip insan olarak yaratma ve şekillendirme tamamlanınca cinayet daha da büyür. Cinayetin en büyük olanı ise ceninin canlı olarak ana rahminden ayrılıp çıkmasından sonra onu öldürmektir…” (İhya ve şerhi İthaf, V/ 380. ÖZETLE)

MALİKİ MEZHEBİ
Bu mezhebin fıkıhçıları kırk günden önce de olsa cenîni öldürme ve düşürmenin câiz olmadığını açıkça ifade etmişlerdir (Derdîr, II,266-267).
HANBELİ MEZHEBİ
Hanbelî mezhebi fıkıhçılarına göre, hâmilelik üzerinden kırk gün geçtikten sonra çocuk düşürmek câiz değildir. Kırk günden önce câiz olduğunu söyleyen fıkıhçılar vardır.

4 Ocak 2017 Çarşamba

SATRANÇ HARAM MI???

-Sâtranç Hint kaynaklı, çok eski bir oyun olmakla beraber, müslümanlar onu Ömer Efendimizin halîfeligi döneminde, Iran kanalıyla öğrenmişlerdir. Yani satranç Resûlullâh (s.a.s.) döneminde Müslümanlar arasında bilinmemekte idi. Bu yüzden çoğunluğa göre Rasûlullah Efendimiz satranç hakkında birşey söylememiştir. Onu sahabe daha sonra tanımış ve cevazı konusunda fikir birliğine varamamış, bu yüzden fıkıhçıların fetvâsı da değişik olmuştur. Mesela sahabeden Ibn Abbâs ve Ebû Hureyre gibi satrancın mübah (sakıncasız) bir oyun,olduğu görüşünde iken, Ali Efendimiz gibiler de satrancın Kur'ân-ı Kerimin yasakladığı kumar (meysir) (Bakara 2/219; Mâide 5/90) cinsinden olarak haram olduğu kanaatindedirler. (Sabûnî, Ravayı', I/280) ZaMahşerî haramlığı konusunda Rasûllullah Efendimiz'den (s.a.v.) de bir hadîs nakleder. (ZeMahşerî, I/199) Ancak bunun sahih olamayacağını daha önce görmüş olduk. 

-Hanefî ve Mâlikilere göre satranç, tahrîmen mekruhtur yani harama yakındır. [el-Bâci, el-Münteka, 7, 278; İbn Âbidîn Hâşiyesi, 6, 394] EK OLARAK  ***İmam Ebû Yusuf’un satrancı mubah saydıklarını kaydetmektedir. Vehbâniyye, Şarih’in “Satrançta beis yoktur” sözüne ise, “Bu bir rivayettir” demektedir.(Reddü’l-Muhtar, 5: 523.)

-Hanbelî âlimlerinin sahih olan görüşü, satrancın her ne şekilde olursa olsun oynanmasının haram olduğu yönündedir. Ancak Hanbelîlerin diğer görüşüne göre, oynarken araya bir şey konmazsa, farzı terke ve haramı işlemeye sebep olmazsa, satranç oynamak haram değil mekruhtur. Buna bağlı olarak satranç aletini alıp satmak da haramdır. [İbn Kudâme, el-Muğnî, 9, 171] EK OLARAK (Bk. Davudoğlu V/34; Cezirî, el-Fikh ale-I-mezâhib N/51) 

-Şâfiîlere göre satranç tenzihen mekruhtur, haram değildir. Mezhebin sahih görüşü budur. Bunlara göre satranç tavladan hafiftir. Tavlanın özünde, fal oklarında olduğu gibi, atmak vardır. Satrançta ise tefekkür / düşünme temel esastır. Bu da savaş taktiğini öğrenmekte faydalıdır. Yine Şâfiîlere göre satranç aletini alıp satmak mekruhtur. [Nevevî, el-Mecmu', 9, 244; İbn Hacer, ez-Zevâcir, 2, 326]
İmam Nevevî’nin de belirttiği gibi, satrancın mubah sayılması için dört şartın mevcut olması gerekir:
1. Satranç oynayanlar, oyuna dalmak suretiyle namazın gecikmesine meydan vermemelidir.
2. Satranç, kumara yol açacak şekilde para ve benzeri bir menfaat karşılığında oynanmamalı, yani kazanan ve kaybeden bir şey alma şartını koşmamalıdır.
3. Oynayanlar, oyun esnasında dillerini kötü sözlerden yalan, gıybet ve küfürden sakındırmalıdır.
4. Satranca alışan kimseler, ondan vaz geçemeyecek kadar müptelâ olmamalıdır.
-***Netice itibariyle, İmam Şâfiî ve Ebû Yusuf’un şartlarına uyarak ruhsat tarafını tercih edip, satranç oynayanların mes’uliyetten kurtulmaları mümkündür.***
***********************************************************************************************************************
A-İmam Hâkim’in (rh.) Müstedrek’inde rivayet ettiği bir hadis-i şerif şöyledir: “Üç şeyin dışında, dünyanın bütün eğlenceleri bâtıldır (boştur – faydasızıdır). Bunlar; yayınla ok atman (vatan-millet ve namus müdafaasıyla ilgili eğitimler), atını eğitmen (gene cihad ile alakalı olarak antrenman yapman-yaptırman) ve eşinle oynaman / oynaşmandır.” [Bkz. Ali el-Müttakî, Kenzü’l-Ummâl, Hadis no: 10863]
B-Nesaî ve Ebu Davud’un rivayet etmiş oldukları benzer bir hadiste de, “Üçü hariç, hiçbir oyun (eğlence) övülmez. Bunlar, kişinin atını eğitmesi, eşiyle oynayıp eğlenmesi, ok ve mızrak atmasıdır [Bkz. A.g.e, Hadis no: 10862] buyrulmuştur.---Bu hadisler konu alınarak oyunlar helal mi mekruh mu haram mı diye ayır edilir.

-Yazıyı Hz. Büreyde’nin (r.a.) rivayet ettiği bir hadisle noktalamak isterim: 
"Rasülullah (s.a.v.) buyurdular ki, ‘Kim tavla oyunu oynarsa, elini domuz kanına bulamış gibi olur" [Müslim, Sahih, Şi'r, 10, Hadis no: 2260; Ebu Dâvud, Sünen, Edeb 64, Hadis no: 4939] 
Sadece zaman geçirmek için ortaya bir menfaat/para koymadan oynanan domino, okey, tavla… gibi oyunlar mezhep imamları arasında ittifakla haramdır.
İmâm-ı Âzam (rh.) hazretleri, “Felaketlerin-musibetlerin en büyüğü, vakti boşa geçirmektir” ikaz ve ihtarında bulunmuşlardır.