28 Şubat 2017 Salı

Enflasyonun altındaki fazlalık faiz mi?

Enflasyonun altındaki fazlalık faiz mi?

Bu hususta Hanefî imamları arasında farklı görüşler vardır. 

*İmam-ı Âzam (rh.) şöyle der:
Alınan borcun sayı olarak aynı miktarı verilmelidir. Paranın değeri ister yükselsin, isterse düşsün, borçlu aldığı paranın mislini verir. Yüz lira borç aldıysa yüz lira ödeyecektir.”  [İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtar, 4, 174. Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi‘, 7, 394]
İmâmeyn yani İmam Muhammed ile İmam Ebu Yusuf (rahımehumallah) ise, “Borçlu, aldığı borcun mislini vermez; ödeme esnasındaki kıymetini, değerini verir.” demektedirler. Fetvânın da bu şekilde verildiği bildirilmektedir.

*İmam Ebu Yusuf’a (rh.) göre durum değişir. Mesela;
Bir kimse bir milyon liralık parayı, bir seneliğine faizle bir buçuk milyona verirse, bu muamele faizli olduğundan haramdır. Yalnız bir sene sonra daha önce verilen bir milyon para enflasyon sebebiyle ödeme anında bir buçuk milyona tekabül ederse, onu yani başlangıçta verdiği bir milyon mukabilinde bir buçuk milyonu alması caizdir. Çünkü bu para altın ve gümüş olmayıp değeri itibarî olduğu için, kendisine itibar edilen değere göre muamele görür. [Bkz. Halil Günenç, Günümüz Meselelerine Fetvalar, 1, 320-321]
Velhasıl, fukaha enflasyon altındaki farkın caiz olduğunu söylüyor. Mesela on altın yüz milyon lira karşılığı iken, bir arkadaşınıza yüz milyon lira borç verdiniz. Bir sene sonra yüz milyon liranız geri geldi, lakin değer kaybından dolayı yüz milyonunuz sadece sekiz altın alabiliyor. Siz iki altın farkını alsanız faiz olur mu? Sorusuna İmam-ı Azam (rh.), “Bilmiyorum” demiş. Bazı ulema ise "Caizdir" demiş. Çünkü zarara uğramak söz konusudur. Şimdiki uygulamalarda özellikle şu problem göze çarpıyor:
- Enflasyon miktarının belirlenmesi için yapılan hesaplamalar ne derece güvenilir? Var sayalım ki enflasyon hesabı doğru yapıldı. O takdirde problem yok. Ama görülen o ki, bu noktada da gene sabit değeri olan meta üzerinden hesapları yapmak, doğruya en yakın olan yoldur.

*Neticede zararsız yolları, zararlı yollara tercih etmemiz daha isabetli ve hesabının da daha kolay olduğu kanaatindeyiz. Bu durumda, size faizli bankalara alternatif olarak özel finans kurumlarını tavsiye ediyoruz.

Ebubekir Sifil - Enflasyon Oranından Düşük Faiz, Ödemek Caiz Mi?


1 Şubat 2017 Çarşamba

EŞLER UZUN SÜRE AYRI İSE NİKAH DÜŞER Mİ? KADIN NASIL BOŞANABİLİR?

NİKAH BAHSİ (KISA VE ÖZ)
*Karı-koca kaç ay, kaç yıl ayrı kalırlarsa kalsınlar, ayrı kalmaktan veya yatakta yatmamaktan ötürü nikâh akdi bozulmaz.(BİR HANIM KARDEŞİMİZ PERİSCOPE DA SORDUĞU SORUYA CEVAP OLARAK )
Bunu böyle tesbit ettikten sonra gelelim meselenin açıklamasına ve o kadının nasıl boşanabileceğine...
Bildiğiniz üzere evliliğin sona ermesi ya talak ile olur, ya da fesih ile. Bunlar da şu yollarla gerçekleşir:
1- Erkeğin hanımını boşaması ile...
2- Erkeğin boşama hakkını kadına vermesinden sonra, kadının kocasını boşaması ile...
3- Liân sebebiyle. Yani, birbirinden şüphelenen karı koca bir birlerine zina isnadında bulunurlarsa, karşılıklı yeminleşirler ve lanet okuyarak ayrılırlar.
4- Hanımı Müslüman olan kocanın İslâm ’ı reddetmesi ile nikâh sona erer.
5- Karı-kocadan birinin dinden çıkmasıyla...
6- Erkek veya kız çocuğu velileri tarafından bülüğa ermeden nikâhlanırsa, büluğa erdiğinde nikâhını devam ettirme veya yok sayma hakları vardır.
7- Karı-kocanın birbirlerine denk (kefâet) olmamalarından ya da ailedeki huzursuzluktan dolayı mahkeme kararı ile ayrılmasıyla.
8- Kadında veya erkekte bulunan bir cinsî ârıza veya başka kusurlardan dolayı gene mahkeme kararı ile ayrılma... [Bkz. Vehbe Zuhaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletuhu (Terc.), 9, 259-500]
İslâm’da boşama hakkı yalnızca erkeğe tanınmış da kadın bu haktan tamamen mahrum edilmiş değildir. Kadın da evlenirken boşama hakkını (tefvîz-ı talak) üzerine almışsa erkek gibi o da boşayabilir.
Ayrıca kadın meşrû mâzeretleri varsa, mahkemeye de başvurup kendisini ayırmasını hâkimden isteyebilir de... İslâm’da bu yol da kapalı tutulmamıştır. Şartları oluşunca bunların hepsini de hanımın uygulamaya koyması mümkündür. Yani kadına bu hakları İslâm  getirmiştir.
Hz. Ömer RA.'nın döneminden bir olay
Kadının biri, bir gün Halife Ömer (ra)'a gelerek dedi ki:
- Ey müminlerin emiri sana insanların en iyisini şikayete geldim. Öyle birisi ki, amelde onu geçen veya onun kadar amel eden kimse pek azdır. Geceleri sabaha kadar namaz kılar, gündüzleri de hep oruçla geçirir…
Bu sözlerden sonra utancından asıl demek istediğini diyemedi ve "Ey müminlerin emiri, beni bağışla." diyerek çekildi.
Hz. Ömer (ra):
- İyi iyi, Allah senden razı olsun. Sen adamını çok güzel halleriyle övdün; artık onun hakkında fazla bir şey söylemen de gerekmez, dedi.
Kadın çıkıp gittikten sonra, orada hazır bulunan sahabi Kaab b. Sûr (ra) dedi ki:
- Ey müminlerin emiri, kadın utanıp asıl şikayetini sana söyleyemedi.
- Kadının ne şikayeti varmış ki?
- Kadın kocasından, kocalık vazifelerini yerine getirmiyor, diye şikayette bulunuyor, fakat bunu açıkça söyleyemiyor.
Hz. Ömer (ra) kadını geri çağırdı. Kocasına da haber gönderip yanına getirtti. Sonra Kaab b. Sûr'a:
- Bunlar arasında sen hakemlik et, diye teklif etti. Kaab:
- Sen buradayken ben nasıl hakemlik yapabilirim, dedi. Hz. Ömer (ra):
- Benim anlayamadığım inceliği sen anladın. Bunun için onları dinleyip aralarında gereken hükmü vermek de senin hakkındır, dedi.
Bunun üzerine Kaab o adama dedi ki:
Allah Tealâ erkeklere hitaben: “Sizin için helal ve hoş olan kadınlardan ikişer, üçer ve dörder olarak nikahlayın.” (Nisâ, 4/3) diye buyurduğuna göre, en çok üç gün peşi peşine oruç tutabilirsin; dördüncü günü tutmaman gerekir. En çok da üç gece sabaha kadar ibadet edebilirsin; dördüncü gece eşinle beraber olmalısın.
Hz. Ömer (ra) Kaab'ın bu ince anlayışını beğendi ve:
- Senin bu buluşun öteki buluşundan da güzelmiş, dedi. Bu isabetli hükmü çok beğenen halife onu Basra kadısı yaptı.

AYRICA NİKAH TAZELEMEK 
Nikah tazelemek demek, zaten yeniden nikâh yapmak demektir. Bunun için kişi, hanımdan vekâlet aldıktan sonra, iki erkek veya bir erkekle iki kadın şahit yanında, ‘Öteden beri, nikâhlım olan hanımımı, onun tarafından vekâleten, tarafımdan asâleten kendime nikah ettim’ der ve nikâh tazelenmiş olur.
Camilerde özellikle Cuma akşamları yapılan meşhur tecdîd-i iman ve tecdîd-i nikâh usulü de bu hükme dayanmaktadır. Nitekim imam efendi,tecdîd-i iman ve tecdîd-i nikâh duasını-metnini cemaatle birlikte okuyor, cemaat de birbirlerine şahit olmuş, nikâhları da tazelenmiş oluyor.
Tecdid-i iman ve tecdid-i nikâh duası kısaca şöyledir:
Allâhümme innî ürîdü en üceddide’l-îmâne vennikâhe tecdîden bi-kavli lâ ilâhe illallah Muhammedün rasûlullah.”
Şahitlerin nikahı tazelenecek kadını tanımaları şarttır. Tanımaktan kasıt, kimin kızı ve hangi kızı olduğunu bilmek demektir. Veya ‘filan kadın bu adamın hanımıdır’ diye bilmektir. Yoksa şahsını, şeklini bilmek değildir. Bu hususta dede, baba, kardeş, amca, dayı, yeğen, anne, hala, teyze de şahit olabilir.

KÜRTAJ; CİNAYET Mİ HAK MI

Kürtaj:
A. Tanım:
Dindeki hükmü bakımından kürtaj, ananın veya bir başkasının maddî veya manevî müdahalesi ile cenînin rahimde veya dışarı çıkarılarak öldürülmesidir.
Cenîn, hâmileliğin ilk gününden itibaren hâmile kadının rahmindeki çocuktur.
Özellikle cerrahi tıbbın gelişmesinden önce ilkel yöntemlerle yapılan cenîn katli günümüzde, ameliyat ortamında ve -genellikle- doktorlar tarafından yapılmaktadır.
HANEFİ MEZHEBİ
1.)Henüz dört aylık veya kırk günlük olmayan gebeliğe son verilebileceği görüşünde olan bazı fakihler/âlimler olsa da, gebelik oluştuktan sonra anne için hayatî bir tehlike söz konusu değilse… 
Birinci görüş bunun câiz olduğudur.120 günden önce henüz çocuk olarak bir şeyin yaratılmadığını, mevcûdun insan olmadığını, kan, et gibi bir şey olduğunu, organlarının belirmediğini ileri sürmüşlerdir (İbn Âbidin, III, 176; İbn el-Hümâm, II, 495). 
 En'âm sûresinde (6/98) Allah Teâlâ'nın bütün insanları tek bir nefisten yarattığı, bu nefsin oluş aşamalarında ana rahminin de bulunduğu (nefsin bir müddet ana rahminde kaldığı) ifade edilmiştir. Sûrenin 151. âyetinde ise hem çocukların (evlâd) hem de nefsin öldürülmesi şiddetle yasaklanmıştır. Cenîn, "nefis" kavramına kesin, çocuk (veled-evlâd) kavramına ise ihtimâlli olarak dahildir.
Mümtehine sûresinde (60/12) Hz. Peygamber'e (s.a.v.), kadınlardan bazı suçlar, günahlar ve cinayetler konusunda -bunları yapmamak üzere- söz alması, yemin ettirmesi istenmektedir; bu günahlar ve cinayetler arasında "çocuklarını öldürmek" de vardır. Bu âyetteki çocuklara "cenîn" de dahildir.
" Her birinizin yaratılması anasının karnında kırk günde toparlanır, sonra orada, aynı süre kadar alâka (katılaşmış kan veya asılan nesne) olur, sonra aynı süre kadar muzğa (bir çiğnemlik et) olur. Sonra melek gönderilir, ona rûhu üfler ve kendisine dört sözlük emir verilir: Rızkı, eceli, ameli (yapıp edeceekleri) ve ebedî hayattaki durumu; cenhnetlik mi, cehennemlik mi olacağı yazdırılır..." (Buhârî, Bed'u'l-halk, 6; Müslim, Kader, 1-5). 
2.)İkinci görüş câiz olmadığıdır. Bu görüşü savunan Hanefî fıkıhçılara göre -önemli bir mazeret ve sebep bulunmadıkça- cenînin, 120 günden(4 ay) önce de imhâ edilmesi ve düşürülmesi câiz değildir.Burada da cenîn öldürüldüğü veya düşürüldüğünde günah sözkonusu olur, ancak bunu yapanın günahı ve suçu, doğup yaşayan bir kimseyi öldüren katilin günahı kadar değildir (el-Fetâvâ el-Hâniyye, III, 410) Veya
Dört aydan sonraki müdahale ise cinayet sayılmıştır. İsterse annenin hayatını kurtarmak gibi bir durum söz konusu olsun; zira bir hayatı kurtarmak için, başka bir hayata kıymak caiz değildir. Dikkat edilmeli, herhangi bir yanlışlığa düşmemeye çaba göstermelidir.[Bkz. Bilmen, Ö.N., Hukuk-ı İslamiye ve Istılahat-ı Fıkhiye Kamusu, 3, 156]
HANEFİ MEZHEBİNE UYUYORSANIZ  Ceninin veya nutfenin ilaç ya da diğer yöntemlerle düşürülmesi cumhurca yani âlimlerin çoğunluğunca caiz görülmemiştir. Dinen kabul edilebilecek hakiki bir özür sebebiyle olduğunda caiz görülmekte ise de, gerçek bir zaruret olmadıkça buna da müsaade yoktur.

ŞAFİİ MEZHEBİ
Bu mezhebe bağlı bulunan bazı fıkıhçılar, kırk günü tamamlanmamış bulunan cenînin düşürülmesinin -Hanefîlerinkine benzer gerekçelerle- câiz olduğunu söylerken, Gazzâlî gibi fıkıhçılar bunun haram olduğunu ifade etmişlerdir ve bu görüşün mûteber olduğu kaydedilmiştir (Şebrâmellesî, VI, 179).
“Genel olarak İslâm ilimlerinde ve özel olarak da fıkıh ilminde uzman olan İmamı Gazâlî, İhyâu-ulûmi’d-din isimli eserinde azil (hamileliği engellemek için dışarı boşalma) konusunu işlerken cenînin imhâsı konusuna da temas etmiş ve şu önemli açıklamayı yapmıştır: “Azil, cenini öldürmeye (kürtaj) veya doğmuş kız çocuğunu toprağa gömerek katletmeye benzemez; çünkü -azilden farklı olarak- bu ikisi, olacağı değil, olmuşu  imha etmektir. Bu olmuşun (ceninin) çeşitli aşamaları vardır. Varlığının ilk aşaması, erkek menisinin (spermin) rahme girerek kadının suyu ile karışması ve hayat için müsait hale gelmesidir. Bunu bozmak ve imha etmek cinayettir. Sonra katılaşıp et parçası haline gelirse bunu imha etme cinayeti daha büyük olur. Ruh üflenip insan olarak yaratma ve şekillendirme tamamlanınca cinayet daha da büyür. Cinayetin en büyük olanı ise ceninin canlı olarak ana rahminden ayrılıp çıkmasından sonra onu öldürmektir…” (İhya ve şerhi İthaf, V/ 380. ÖZETLE)

MALİKİ MEZHEBİ
Bu mezhebin fıkıhçıları kırk günden önce de olsa cenîni öldürme ve düşürmenin câiz olmadığını açıkça ifade etmişlerdir (Derdîr, II,266-267).
HANBELİ MEZHEBİ
Hanbelî mezhebi fıkıhçılarına göre, hâmilelik üzerinden kırk gün geçtikten sonra çocuk düşürmek câiz değildir. Kırk günden önce câiz olduğunu söyleyen fıkıhçılar vardır.